|
mailleriniz
için dyatar25@yahoo.com
|
atlas@asia.com
|
Bu
site Özlem Özhan
ve Deniz Yatar
tarafından
tasarlanmıştır.
TÜM
HAKLARI SAKLIDIR.
|
|
|
En
iyi 1024x768
pikselde izlenebilir.
|
|
|
|
|
|
İTALYA VE VİYANA
|
İtalya'dayız...Kara
göründü...Feribotta geçirdiğimiz yaklaşık yirmi saatin
sonunda aheste aheste limana yanaşmaya çalışırken, bir sürü
gezgin ile birlikte çıkış bölümünde çantalarımız sırtımızda
sabırsızlık içinde bekliyoruz. Gitgide uzayan bu bekleyişin
sonunda müthiş bir heyecanla ilk adımlarımızı atıyoruz.
Orada polisleri görünce yaman bir pasaport kontrolü
beklerken gayet rahat bir şekilde geçiyoruz yanlarından.
Yorgunuz ve ayakta duracak halimiz yok. Görünürde herhangi bir
yerleşim yeri yok gibiydi ve Brindisi merkezine nasıl
gidilebileceği pek belli değildi. Ta ki servis olduğunu anladığımız
bir araç gelinceye kadar. Çok fazla insan olduğu için bir süre
bekleyip servise binmeyi başardık.Servisle merkeze gitmek bile
15 dakika sürdü ve yollar oldukça karmaşıktı. Oysa yürümeyi
bile düşünmüştük! |
Brindisi gördüğümüz kadarıyla sadece
bir liman kenti. Etrafta bolca feribot şirketleri ve 'türkçe
konuşulur' tabelaları vardı. Biz vakit kaybetmeden doğruca
istasyona gidiyoruz. Amacımız Roma...Binebileceğimiz ilk tren
10 da olduğu için burada vakit geçireceğiz. 5 saat kadar! En
iyisi eksiklerimizi gidermek oluyor. Epey bir dolaştıktan sonra
nihayet bir market bulabildik ve bir dolu şey aldık kendimize.
İstasyonun karşısındaki küçük parkta bir bank bulup
feribotun acısını çıkartıncaya kadar yedik adeta. Biz ayak
üstü şeyler yerken arkadaki tecrübeli gezgin arkadaşlar ocak
tava olayına girip yemek bile yaptılar kokuta kokuta...Trenimiz bizi şaşırtarak
tam vaktinde yere serildiğimiz perona yanaşıyor. Ve işte ilk şok!
Güya 2. sınıf trendeyiz. Trendeki vagonlar ve kompartmanlar çok
iyi döşenmiş, temiz ve rahat. Tuvaletlerde her şey düşünülmüş
ve o küçücük mekana hepsi sığdırılmış. Duygulandık
desek yeridir! Kondüktör geldi biraz sonra. Bazı kaba kondüktörlerimizden
olsa gerek adam bir kibarlık abidesi gibi geldi bize. Gülümseyerek
ve 'buongiorno' diyerek biletlerimizi aldı, damgaladı ve İngilizce
teşekkür ederek kompartmanın perdesini ve kapısını bulduğu
gibi kapatarak gitti. Roma yolu uzun. Bir süre kitaptan Roma'yı
daha iyi tanımaya çalışsak da fazla dayanamayıp uyuduk sabaha
kadar. |
|
ROMA
Kocaman bir
istasyon...Trenden inip şöyle bir bakındık etrafa. İlk bakışta
çok karışık göründü. Herşey var,oldukça iyi! Öncelikle
turizm bürosuna gidip birşeyler öğrenmeye çalışsak da çok
kalabalık olduğu için istediklerimizin hepsini öğrenemiyoruz.
Biz de istasyonu dolaşmaya başlıyoruz. Kalacak yerimiz belli
olmadığı için yanımıza gelen birinin tanıttığı Pink
Floyd isimli hostele yerleşmeye karar veriyoruz. İstasyondan ayrılmadan
önce Floransa'ya gideceğimiz treni belirlemek istiyoruz. Biz
tren tarifelerini ararken bankamatik tarzı makineleri görüyoruz.
Tüm İtalya'daki tren tarifelerini öğrenip,rezervasyon yaptırabiliyor
ve hatta bilet bile alabiliyorsun!Elimizdeki krokiye
göre hostel oldukça yakın. İstasyondan çıkıp yürümeye başlıyoruz.
Hostel eski bir binanın ikinci katı. Binada eski filmlerdeki
gibi demir parmaklıklı bir asansör var. Bir kere kullandık
zevk için. Hostelde 3 oda var. Kaldığımız oda dokuz kişilik.
Görevli pasaportlarımızı görünce 'Türk müsünüz' demez
mi? Hay allah evet. Roma'nın göbeğinde! Meğer ilticacı bir İran
azerisiymiş. Böylece Mecit'le derin bir sohbete dalıyoruz.
Hikayesini anlatıyor bize. Roma hakkında ilk ipuçlarıyla
birlikte bir de harita tutuşturuyor elimize ve düşüyoruz
yollara...Roma hakkında
gelmeden önce epey bir okumuştuk ama okumakla görmek arasındaki
farkı Roma'da anladık. İlk gittiğimiz yer hostele de yakınlığından
dolayı Piazza S. Giovanni ve o muhteşem bazilikası.Etraftaki
eski apartmanların arasından bir anda geniş bir alana
gelip,bazilikayı öylece karşımızda bulunca dehşete kapıldık.
Muhteşem bir yapı,eser,sanat. Her tarafı heykellerle bezenmiş
ayrıntılı Barok mimarinin en etkileyici örneklerinden biri.
Zaten bazilikaların anası olarak gösteriliyormuş. Kesinlikle!
|
Ellerinde incil taşıyan,keskin ifadeli,kendilerinden emin tavırlarıyla
ibadet etmeye gelen bir grup rahibeyle devasa bir kapıdan
giriyoruz içeri. Önce serin ve karanlık karşılıyor bizi. Ardından
o kocaman heykelin ayak parmakları...İlk defa böyle bir yere
girmenin verdiği acemilikle bir süre sadece bakındık etrafımıza.
İçerideki çok sayıda ayrıntılı heykelin, duvar resimlerinin
,özenle dizilmiş eski ahşap bankların ,yanan onlarca mumun
kokusunun ,tam ortada duran İsa heykelinin ,ibadet eden
rahibelerin yarattığı havanın etkisinden uzunca süre kurtaramıyoruz
kendimizi. Ama gezecek çok fazla yer var diyerek ayaklarımız
geri geri gitse de çıkıyoruz burdan. |
|