|
YUNANİSTAN
Yıllar öncesinde ilkokulda anlatılan o sınırı çizen nehrin, Meriç nehrinin,Yunanca adıyla Evros'un üzerinden geçtik. 178 m. uzunluğunda olduğu yazılıydı yavaş yavaş geçtiğimiz yarısı Türkiye'ye yarısı Yunanistan'a ait demir köprünün. Çok ilginç bir duygu. Köprünün direkleri bizden tarafta kırmızı boyalı yarısından sonrasıda mavi boyalı. Artık YUNANİSTAN'DAYIZ...Bir süre daha ilerledikten sonra küçücük bir istasyondayız. Burası epeydir adını ezberlediğimiz Phytion istasyonu. Yani artık bizim interrailimiz resmen başlayacak buradan bineceğimiz trenle. Tabii çözemediğimiz yunanca alfabesiyle yazıldığı için anlamak biraz güç oluyor. İyi ingilizcesiyle birşeyler sorarak ve boydan süzerek pasaportları topladı bir görevli ve indik trenden. İçimizde başka bir ülkeye geçmenin verdiği o ilk tedirginlikle rayların üzerinden atlarken herhalde düşündüğümüz tek bir şey vardı oda onca şeyi geride bıraktık ve bu raylar bizi istediğimiz yerlere götürecek.. Trenden yaklaşık 50 kişi birden indik ve küçücük istasyonun her tarafını istila ettik. Tabii dönüş yolunda olanlar ve daha önceden burayı bilenler ilk gelecek tren için rezervasyon yaptırmaya başladılar bile. Bizse hala üzerimizden şakınlığı atmış değiliz ve gayet gamsız olan biteni seyrediyoruz. Tabii birçok insanın gelmesine rağmen hala gelmeyen pasaportlarımızı düşünüyoruz.16.30 da Phytion'dan geçecek tren için ekstra ödeme yapmamız gerektiğini öğreniyoruz. Zaten pasaportlarımız da henüz gelmediği için bir sonraki trene kalıyoruz. Bu arada pasaport kontrolünde bizle biraz daha yakından ilgileniyorlar,diğer ülkelerden gelenlere nazaran! Neyse tam 4 saatimiz var. İlk trenle birçok kişi gittiği için istasyon birden boşaldı ve sessizleşti, hatta uyuyanlar bile var. Birsüre etraftaki insanlarla sohbet edip gezilerinden bahsediyoruz. Bu arada Barış ile tanışıyoruz. Oda tekbaşına geziye çıkmış İstanbul'dan.Sonra da madem 4 saatimiz var tren istasyonun yakınındaki köye gitmeye karar veriyoruz. Öğrendiğimiz ilk yunanca kelimeyle selamlıyoruz insanları; YASU! Yasu, Yasu... Köy genel anlamda bizim köylerimize benziyor;insanlar,evler,çevre. Farklı olan şey etrafın tertemiz olması. Sanırım artık Avrupa'dayız. Evlerin arasındaki boş alanda birkaç kahve falan var. Yaşlılar oturup laflıyorlar ve biryandan da bize bakıyorlar ama rahatsız etmeden...Köy inanılmaz sessiz ve huzur verici. Yol üstünde yerden yaklaşık 1 m yükseklikte cam bir dolap dikkatimizi çekiyor. İçinde İsa'nın resmi, mumlar falan var.Yol üstü ibadet için minyatür bir kilise! İstasyon görevlisi bir amcamla Türkiye'den ekonomiden onun hayatından bahsediyoruz. Arada sadece bir nehir olduğu için kültürde hikayelerde hayata bakışları da ancak o kadar uzak bu taraftan. Ve nihayet...Tren geldi...Sonunda yolculuk başlayacak...Burası ara durak olduğu için tren hiç beklemiyor ve biz de bu yüzden apar topar biniyoruz trene. Birçok boş kompartman buluyoruz ve adeta seçerek oturuyoruz koltuklara ve Atina'ya doğru yola çıkıyoruz. Avrupa'daki ilk tren yolculuğunun coşkusuyla camlar açık sürekli yeni şeyler görme umuduyla birkaç saati öylece ayakta geçiriyoruz. Bizim için yeni herşey yavaş yavaş kendini gösteren geceye teslim olarak griye boyanıyor. Bu pencereden sarkarak izlediğimiz birkaç saati unutamayacağız çünkü herhalde bu tür bir duyguyu daha önce çocukken hissedebilir bir insan. Aniden bir sivri sinek saldırısı. Biz camları kapatana kadar kompartmanın içi doldu adeta. Tüm tren ayakta,herkes ellerinde birşeyler sinek avında. Keşke yanımıza sinkov alsaydık! Neyseki bir süre sonra farkettik ki tren giderken camları açınca hepsi kaçışıyor. Ama tren durunca herşey yeni baştan. Bir süre böyle kasıp savaşmaya çalışsak da yorgun bedenlerimiz pes edip koltuklara seriliyor. Ta ki kompartmanımızı ülkem insanını hiç te aratmayacak bir kaygısızlıkla kalabalık bir aile basana kadar. Biz zaten uyku sersemi ne olduğumuzu şaşırmışız, sanki yokmuşuz gibi davranarak eşyalarını bir güzel yerleştirmeye başladılar. Kendimize gelip neler olduğunu sorunca rezervasyon yaptırdıklarını söylediler. İlk günün verdiği acemilikle inanıp başka bir kompartmana geçtik. Sonradan öğrendik ki o kompartman rezervasyonsuzmuş. Sabaha karşı tren Selanik'te yaklaşık 2 saatlik bir mola verdi. Birsüre oturup geçmesini beklesek te günün ağarmasıyla enerjimiz yerine geldiği için etrafa bir bakabiliriz belkide deyip attık kendimizi istasyonun dışına ama hüsran neyazık ki dışarsının Basmaneden pek farkı yok. Belkide birşeyler almalıyız. Nede olsa cebimizde 20 dolar karşılığı drahmilerimiz var. Bir büfe bulup özenle yasu dedikten sonra su ve ıvır zıvır birşeyler aldık kendimize büyük bir keyifle. Birsüre trenin yanında yere çöküp Barış ve birkaç kişiyle sohbet ettik. Eşyalarımızı alıp normal koltuklu bölüme geçip yerleştik ve sonra ver elini Atina! Yolumuz uzundu ve yolda yaşlıca bir bayanla tanışıp iki ülkenin verdiği bir sürü ortaklıktan çıkan sohbetler ettik. Tren Yunanistanın tüm güzel görüntülerini sunarak ilerliyor. Etrafta bizim buralar çok benzeyen manzaralar var. Yolculuk yaklaşık 8 saat sürdü ve hiç sıkılmadık. Hosteller istasyona 10 dakika yürüyerek. HI üyesi olduğumuz için önce Victor Hugo'ya gittik ama bir dolu insan bizden önce gitmiş ve sıra bekliyor. Biz de çevredeki birkaç yere bakıp aynı sokaktaki Argo'da 3500 dhr'ye kalmaya karar veriyoruz. Odada Barış la birlikte kalacağız. Odaya yerleşip, güzel bir duştan sonra kitabımız ve fotoğraf makinelerimizi alıp Atina sokaklarına verdik kendimizi.
|