|
mailleriniz
için dyatar25@yahoo.com
|
atlas@asia.com
|
Bu
site Özlem Özhan
ve Deniz Yatar
tarafından
tasarlanmıştır.
TÜM
HAKLARI SAKLIDIR.
|
|
|
En
iyi 1024x768
pikselde izlenebilir.
|
|
|
|
|
|
|
Atina'da ya da genel anlamda Yunanistan'da insanlar öğle saatlerini
uyuyarak geçiriyorlar. Bir de pazar günü olunca heryer kapalıydı
haliyle. Önce güzel bir yemekle enerji topladık. Sonra Akademi ve
Parlemento binasını gördük. Ordan yürüyerek Lykovitos Tepesi'ne zor
bela gidebildik. Bulmak zor oldu biraz çünkü çevreden oldukça bağımsız
bir şekilde lüks bir semtin sokaklarından birinden bir tünel
sistemiyle çıkılıyor tepeye. Tepeden her yer tam olarak görülebiliyor.
En tepeye cafeler ve seyir yerleri yapılmış. Amacımız burada güneş
batışını yakalamak ama olmuyor. Biraz gecikiyoruz ama görüntü
yinede gerçekten çok güzel. Özellikle hava kararınca Akrapolün
bulunduğu bölüm aydınlatıldı ve şehir ışıl ışıl görünüyor. |
Aşağı inince yürüyerek önce Roma
stadyumuna sonrada Zeus tapınağına gidiyoruz. Çok iyi aydınlatıldığı
için çok etkileyici görünüyor. bu çevreye Syntagma deniyor. Kitap
gerçektende aradığımız her türlü bilgiyi bize veriyor bu yüzden hiç
zorlanmadan hareket edebiliyoruz gece olmasına rağmen. Ve ara
sokaklardan geçerek Plaka'ya ulaşıyoruz. Bizi binalar arsında sıkışmış
tarihi eserler karşılıyor ve onların etrafında içiçe cafeler ve
barlar. Burası Akrapolün bulunduğu tepenin çevresindeki bizim yazlık
mekanları andıran bir mekan.Dar sokaklar eski ve bakımlı evler
tavernalar, yunan ezgileri,satıcılar,renkli ve eğlenceli bir ortam. Bu
arada Barış kendine ve bize çok güzel yunan adaları manzaralı birer
fotoğraf satın aldı. Hayır desekde pek etkili olmadı. Bizi şaşırttığın
için tekrar teşekkürler sevgili Barış!!! Fotoğraf duvarımızı süslüyor.
Artık ayaklarımızda derman kalmadı. Sokak aralarına kurulu birsürü
içki masasının arasından geçerek metroya ulaştık ve ordanda
hostele. Hemen uyumuşuz.
Sabah ne olur ne olmaz diyerek Patras için fazla yüksek olmayan bir
ekstra ödeyerek bineceğimiz treni ayarladık. Ve tekrar Plaka...Birde gündüz
gözüyle gezelim bakalım.Tabii önce Akropolis...Açıkçası Efes,
Bergama derken biz grek tarihine epey bir yakınmışız bunu farkettik.
Belkide etrafındaki restarasyon çalışmalarından olsa gerek öyle çok
fazla şaşırtmadı bizi. Etrafta Akropol dışında başka eserler de
var ve hala kazı aşamasında olanlar da. Burası adeta açık hava müzesi.
Plaka aynı Bodrum. Her taraf turistik eşya satıcıları ve lokantalarla
dolu. Ortalıkta dolaşırken saatin geldiğini farkediyoruz. Hemen
hostelden eşyalarımızı toparlayıp patras'a doğru hareket ediyoruz.
Atina büyük bir kent. Genel olarak İzmir'den farkı yok. Benzer çok şey
var. Onlarda tam olarak adaptasyon sağlayamamış görünüyorlar Avrupa
olayına.Etrafta çatısız evler var ve betonlaşma çok yoğun. Ama Tren
Patras'a yaklaştıkça küçük yazlık mekanları, bakımlı şirin
evleri, bahçeleri, temiz kumsalları ve minik sahil kasabaları ile
Yunanistan bizi gerçektende çok güzel uğurluyor gibiydi.
Patras...Burası tam bir liman kenti...En azından feribota bineceğimiz
vakte kadar ancak bu kadarına şahit olabildik. Etraf çok büyük
feribotlar, acenteler, sıra bekleyen araçlar ve döviz bürolarıyla
dolu. Geç vardığımız için bir an önce biletlerimizi almamız
gerekiyor. Uzun bir yürüyüşle bilet alacağımız acenteye varıyoruz.
Sevgili biletimiz cüzi bir miktardaki liman vergisini ödeyerek feribota
binme hakkını veriyor bize. Yiyecek birşeyler almaya neredeyse zaman
kalmadan apar topar bindik feribota. Feribotumuz çevredeki devasa olanlar
arasında gerçektende ayırt edici bir şekilde kötüydü. Ne yapalım
pazartesileri sadece bu varmış. İçerisi yani güverte interrailci kaynıyor,
her taraftalar ve dolayısıyla en güzel yerleri kapmışlar. Üst bölümlerde
yer kalmadığından ve çok kalabalık olduğundan biraz da denize
daha yakın olalım diye yan güvertede bir yer ayarladık kendimize. İki
bankın arasında korunaklı bir yer burası. Kamp yapıyormuş gibi bir
şey ama aşağıda deniz var ve hareket halindeyiz. Çok ilginç.
Harekete geçtikten sonra geride bıraktığımız Patras'a ve
Yunanistan'a bakıyoruz.
İkimizde sessiziz,sadece izliyoruz. Sonra da keşfe
çıkıyoruz. Ulaşabildiğimiz en ön noktaya ulaşıp muhteşem şekilde
denizde kaybolup giden günü izliyor ve fotoğraflıyoruz.Bu ilk üç saat su gibi akıp geçti desek yeridir. Gece ay vardı ve
denizdeki yansıması tabii birde denizin muhteşem kokusu ve sesi. Ve
dayanamayıp bira alıyoruz kendimize. Bira daha başka nerde içilebilir
ki...Walkmanimizi iyiki almışız çünkü beyaz köpükleri izlerken müzik
dinlemek çok keyifliydi. Gece bastırdıkça hava serinledi. Zor bir
geceydi. Açıkta ve açık denizde uyumak keyifli ama sabah her tarafınız
ağrıyor. |
|
Uyandığımızda feribot Corfu adasında bekliyordu.
Tabii biz başta bunu algılayamadık. Hatta Brindiside
olabileceğimizi düşünerek tedirgin olduk ama artık çok
geçti çünkü hareket etmiştik. Neyseki Corfu adasındaymışız.
Hava o kadar güzel ki çok yavaş ve serinden bir esinti
var etrafta adanın yeşil sahilleri ve puslu bir gökyüzü.
İnanılmaz keyifli bir sabah. Bize söylenene göre 13 saat sürmeliydi yol ve haritaya göre daha çok
yolumuz vardı. Ve öyle de oldu zaten.Öğlene doğru hava iyiden iyiye
kapandı ve yağmur başladı bizde içerideki boş koltuklara kaçtık
tabii. Yağmura rüzgar da eklenince feribot sallanmaya başladı tabii
ama gerçektende çok güzel manzaralar devam ediyor. Bu arada
yunuslar görüyor ve heyecanlanıyoruz. Ve artık gerçektende İtalya'ya
ulaşma isteği ve heyecanı uzayan bu yolculuğu biraz zorlaştırıyor
ve sonunda 20 saat sonra varıyoruz Brindisi'ye.... İtalya'dayız...
<<<
önceki sayfa
|