|
mailleriniz
için dyatar25@yahoo.com
|
atlas@asia.com
|
Bu
site Özlem
Özhan ve Deniz
Yatar
tarafından
tasarlanmıştır.
TÜM
HAKLARI SAKLIDIR. |
|
|
En
iyi 1024x768
pikselde izlenebilir. |
|
|
|
|
|
BELÇİKA
Louvre'da geçirdiğimiz tüm
gün bizi ciddi olarak sarstı diyebiliriz. Onca sanat eserinin arasında
saatlerce aç aç ayakta dolanıp durduk. Üstüne Paris'te görmediğimiz
bazı yerlere yürüyüp yetmezmiş gibi birde uçak bileti aradık.
İşte bu yüzden sabaha karşı vardığımız Brüksel'de yanlış
garda inince bir anda neye uğradığımızı şaşırdık. Sabah sabah
etrafta hiç kimse yok ve haritada nerede olduğumuzu belirleyememek
bizi iyiden iyiye geriyor. Sonuçta Brüksel'de kalmaya karar veriyor
ve hostel interational'e doğru ilerlemeyi başarıyoruz. Bu da hoş ve
düzenli bir hostel. İyi bir karar verdik galiba. Önce çok ihtiyacımız
olan duşu alıp, güzel bir sabah kahvaltısından sonra odadaki Japon
gezginle birsüre laflıyoruz. Ama gezecek çok yerimiz var deyip gara
geçiyoruz. Amacımız Belçika'nın en çok ziyaret alan yerine
gitmek yani Bruges... 10.30 trenine hiçbir ekstra ödemeden binip hiçbir
kontrole rastlamadan 45 dakikada varıyoruz Bruges'e. Bruges küçük,
sakin,yerel özellikleri ile öne çıkan yemyeşil bir kent. Güzel ve
eski ara sokakları çok hoş dizayn edilmiş renkli evleri ve güzel
bir meydanı var.
|
Markt meydanı. Etrafta yine müzisyenler ve farklı
olarak değişik bir teknikle dantel yapan kadınlar var. Birsürü
tahta makara türü şeylerle yapıyorlar. Hatta bunu sokaklarda
herkesin önünde yaparak kazanç da sağlıyorlar. 7 den 77 ye birçok
kadın beyaz danteller içinde sürekli makaraları birbiri üzerinden
atlatıp duruyor va bu arada laflamayı da ihmal etmiyorlar tabii.
Zaten Bruges'in danteli ünlü ve birde patates ve çikolatası. Buranın
da içinden bir nehir geçiyor. Şimdi de 14.52 treniyle okyanusa kıyısı olan Blankenberge
diye bir kasabaya gidiyoruz. Trende mayolu, deniz simitli insanlar var.
Mayolarımızı alsamıydık acaba. Çok geç olmadan pek
gerek olmadığını anlıyoruz. Bu denizde bir sorun var ama anlayamadık.
Herkes güneşleniyor hallerinden memnun gibiler. Bizse marketten aldığımız
harika aburcuburları yiyor ve denize bakıyoruz. |
Evet buranın başka
pek bir özelliği olmadığını kabullenip Brüksel'e geri dönüyoruz
sanki İzmir'de semt değiştirir gibi. Brüksel'in haritası ve genel
olarak bu kent bizi zorluyor. Sokak isimleri çok uzun olduğu için
haritada kısaltılmış ve anlaşılır değil. Ayrıca şehir içinde
de belirgin yönlendirmeler yok. Ama şehir merkezindeki Grote Markt gerçekten
herşeye değiyor.Kalabalığın içinde herkes gibi yere çömelip bu
harika ortamı soluyoruz birlikte. Burası dörtköşe bir alan. Çevresi
çok eski binalardan ibaret. Bazılarının giriş bölümlerinde
cafeler var ve tıklım tıklım. Burada epey bir vakit geçiriyoruz. Bu
çevre eski Brüksel denebilecek yapılar,sokakların bulunduğu
mekanlarla dolu. |
|
Akşam hostele vardığımızda önce birsüre
odadakilerle laflıyoruz onlara istanbul'dan bahsediyoruz. Özellikle
Japon olan çok komik biri. Uzun süredir bu gezi için çalışıp para
biriktiriyormuş. 4 aylık bir gezi... Ve sanırım önerilerimiz doğrultusunda
İstanbul'ada gelecek. Her taraftaki çekik gözlü insanlardan
bahsettik ona hatta Roma'da bir an kendimizi Tokyo'da sandığımızdan.
Epey güldü. Gördüğümüz her çekik gözlünün Japon olmadığını
hatta Japonların azınlıkta olduğunu, çoğunluğunun Çinli ve
Malezyalı olduklarını anlatı. Ve onları nasıl birbirlerinden
kolayca !!! ayırt edebildiğini. Ama biz pek tatmin olamadık doğrusu.
Sonuçta sanırız Japonlar daha samimi...Hostelin bahçesinde Belçika'ya
özgü yaklaşık 400 bira çeşidinden bulduğumuz bir birayla keyif
yapalım diyoruz ama yağmura tutuluyoruz. Güzel bir uykunun ardından
verdikleri güzel kahvaltıyı adeta silip süpürdükten sonra çantalarımızı
alıp garın yolunu tutuyoruz. Şimdi sırada Hollanda var. Önce
Rotterdam. Burası oldukça farklı ve sıra dışı. Amerikanvari bir
kent. Eski hiçbir bina yok. Etrafta gökdelenler garip mimari yapılar
ve soyut heykeller. Birbirini takip eden alışveriş merkezleri.
Etkileyici kocaman köprüleride söylemeliyiz tabii. Bir alt geçitteki
alışveriş merkezinde zeminden arasıra hızla fışkıran suların
bulunduğu bir bölüm vardı. Sular ahenkli bir düzende fışkırıp
hoş bir görünüm veriyor. Küçük bir çocuk ısrarla suyun arasına
girmeye çalışınca annesi çocuğun üstünde ne var ne yok çıkarıp
saldı. Çocuk müthiş bir özgüvenle henüz fışkırmayan bölüme
girdi. Sular bir anda tek tek fışkırmaya
başlayınca çocuk ne yöne gideceğini şaşırıp oracıkta kaldı ve
serin suyun keyfini çıkardı.
Aslında Hollanda'da görülmesi
gereken belkide ilk yer 'Keukenhof' dedikleri dünyanın en büyük bahçesi
diye anılan yer. Ancak şu an yaz olduğu için hiçbir özelliği yok.
Burası lalelerin açtığı dönemde gezilmeli. Bu yüzden şimdi Den
Haag 'a gidiyoruz. Yaklaşık iki saatlik haritadaki yürüyüş turunu
katederek burayı da gezmiş oluyoruz. Burada da evlerin güzelliği
bizi cezbediyor. Yine bir Amsterdam akşamında garda paris trenini
bekliyoruz. Bu gerçektende oldukça ilginç oldu. Ama tamamiyle bizim dışımızda
interrailin kurallarıyla şekillendi denebilir. Neticede biz çok
memnunuz. Bu sefer garın yakınlarındaki bir merdivende oturup nehri
seyrederken konservelerimizi yiyoruz. Ve son kez el sallıyoruz
Amsterdam akşamına...
|